Lucky


Yazar: Sezgin Kaymaz
Orijinal Dili: Türkçe
Basım Yılı: 2000
Yayınevi: İletişim Yayıncılık

Sezgin Kaymaz ile bu kadar geç tanıştığım için pişmanım.
Canım arkadaşım Aslı ''sana bi' kitap seçtim'' dediğinde anlamalıydım aslında karşıma ne çıkacağını ama bu kadar vurucu, akmayıp çağlayan, insana beş dakikada beş farklı duyguyu dibine dek yaşatan bi' kitap beklemiyordum açıkçası.
Sevgili Sezgin Kaymaz'ın (sevgili dedim yazara iyi mi? nasıl sevmişim varın siz hesap edin) tüm kitaplarını hemen bugün almaya karar verdim. Yazarın bir diğer kitabı ''Kün'' şu an kitaplığımda. Araya bi'kaç kitap aldıktan sonra onu da okuyup paylaşacağım.
Dilerim sizler de en az benim kadar severek okursunuz.
LAK-LUK-LAKİ / ZIKKIMIN KÖKÜ

Arka Kapak Yazısı:
''Lucky, o sırada sitenin bahçesini, siteyi Batıkent'e bağlayan caddeden ayıran bahçe duvarına doğru füze hızıyla gitmekteydi. Kim görse, duvara çarpacak derdi, ama tabii ki öyle bir şey olmadı. Sanki havada fren yaptı it! Sonra zarif bir iniş yaptı donmuş toprağa. Hiç kaymadı ayakları. Aynı zarafetle olduğu yerde yüz seksen derece döndü. Kendisini çağırıp duran adama bakarak boynunu eğdi, donup kurumuş çimlere burnundan sıcak hava püskürttü, sağ patisiyle bir boğa gibi eşeledi durduğu yeri."

Lucky adlı muzır bir Doberman sayesinde ve kaderin cilvesiyle yolları kesişen insanların hikâyelerini anlatıyor Sezgin Kaymaz. İnsanın ağzından köpeği anlatmakla kalmayıp köpeğin gözünden de hayatı izlememize imkân tanıyor. Muhabbeti bol, neşesi de hüznü de eksik olmayan bir roman.

"Bu 'puşt, dalavereci, üçkâğıtçı, yılan ruhlu, ispiyoncu ve yalancı, şerefsiz ve haysiyetsiz' köpeğin peşinden, Mevlana'dan, Nietzsche'den, Âşık Veysel'den (hatta bazen bizzat Lucky'den!) deyişlerin rehberliğinde Ankara'nın bütün alemlerini dolaştık, milletvekillerinden ev kadınlarına, taksicilerden orospulara, çeşit çeşit hayata girdik."
Aksu Bora''

Altını Çizdiğim Cümleler:
''Uyku ölümün ikiz kardeşidir Mücellâ Hanım,' demişti Tahsin Bey ona mütemâdiyen. 'Bu kardeşe yakından bak ki, öteki kardeşi görebilesin... yum gözlerini, uyu, o tarafa yaklaş, bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa bir başka gün, o derin uykulardan birinde, torunlarını kucağında hoplatmayı başarabilirsin,' demişti Tahsin Bey ona mütemâdiyen. 'Talep et Allah'tan, kızını, torunlarını, damadını görmeyi, onlarla uykuda olsun öpüşüp koklaşmayı, can cana sevişmeyi dile ve bu dilek, bu arzu ile dal uykuya,' demişti Tahsin Bey ona mütemâdiyen. 'Tuz yalayıp da uykuya dalan adam, rüyasında su görmez mi? Karnı aç uyuyan, ekmek görmez mi? Çişi gelen, yüznumara görmez mi? İhlâs ile, murâdına erdirileceğine olan kuvvetli inanç ile, tuz yalamış da susamış gibi, aç kalmış da midesi kazınmış gibi uyu,' demişti Tahsin Bey ona mütemâdiyen.''

''Annesinin gençlik, kendisinin çocukluk günleri geldi gözünün önüne. Babası yeni ölmüştü. Dün gibi hatırlıyordu. Kadıncağız, kafasına, komşular tanıyıp da haline acımasın diye kara çarşafı geçirir, elinde bir kıl çuval, akşam pazarlarını dolaşıp, tezgahlardan dökülen buruşmuş, pörsümüş sebzeleri toplardı bir kap dolusu çorba pişirmek için. Sonra derli toplu giyinip, kasaba gider, 'köpeğe kemik ve mangal silmek için kuyruk yağı' isterdi. Yağ alabildiği gün, mutlaka havuç kızartırdı evde ki, Kemalettin bayram ederdi o zaman.''

''Oğlum,' diye söze başladı Tahsin Bey Ender'e bakarak '...kanser hastaları dayanılmaz acılar çektikleri hâlde, niçin onları hapsetmezler de ruh hastalarını hapsederler?' Ondan taraftaki kaşını kaldırarak Ertuğrul'u kastettiğini belirtti. '...çocuk çok güzel bir şey söyledi... kuduz insan ısırır mı ki kuduz hayvan ısırsın? Ben cevaplayayım; ne o ısırır ne öteki... çünkü; ısırmak dişte değildir, içtedir...' İmân tahtasına başparmağıyla sertçe birkaç defa vurdu. '...ruhtadır... karakterde, huydadır... hasta hayvan da hasta insan gibi anlayış ister, merhamet ve şefkat, ifâkat ve rikkat ister... yardım ister... 'Hoşt' dersen, 'kışt' dersen, ağrılı yerlerinden tutup da çekmeye, itmeye kalkarsan, o da sana kendi silahıyla mukâbelede bulunur, ne yapsın?''

''Kimse Tahsin Baydur'a biraz daha oturması için ısrar etmedi. Çünkü, ısrara felaket kızardı Tahsin Baydur. Oturacak olan otururdu. Kendiliğinden oturası olmadığı hâlde, senin ısrarların yüzünden, istemeye istemeye oturan, kalkıp gittiği takdirde ayıp etmiş olacağını, dost kaybetmiş olacağını, kendini fazlasıyla adam yerine koyup naza çekiyormuş gibi görüneceğini ya da bilâkis oturmakla bağ bağışlamış olacağını, ısrarcıyı ihyâ etmiş olacağını düşünüp de metazori oturan adam, orada oturan adam olmaktan çıkardı. Ya tepeden bakan, hor gören bir yabancıya dönüşürdü ya da alta düşen, mahsur kalan bir rahatsıza, kararsıza.''

''Yoksa, 'Allah ıslâh etsin, akıl fikir ihsân eylesin' her cenâzede görülüyordu; merhûmun sevenleri, evlerine yaşlı gözlerle çekilip öncelik listelerini alt üst ediyorlar, hayata çok daha başka ve çok daha yüce bir gözle bakmaya başlıyorlar, üç gün sonra da yeniledikleri listeyi yırtıp atıyor, eski listeyi duvarlarına asıp önünde secdeye geliyorlardı. Çünkü unutuyorlardı. Hayır! Unuttukları yitip giden kişi değildi hiçbir zaman. Unuttukları o kişiyi yitirdiklerinde hissettikleri derin acıydı. Acıları unuta unuta insan, insanlıktan böylece çıkıp gidiyordu.''

''Hiçbiri burda büyümedi o ağaçların... hepsini parayla satın aldım ODTÜ'den... köküyle, kök toprağıyla beraber getirip diktiler... bana, elimizde büyüyenlerin, toprağımıza upuzun köklerini salanların bile bir gün sökülüp alınabileceklerini hatırlatıyor... mal veya insan... hiçbir şeyin hiç kimseye ait olmadığını hatırlatıyor...''

''Sıçtırtmayın şimdi Laki'nizden recâ ederim!' dedi. 'Çirkini çirkin yapan ismi değil cismidir... çok afedersiniz ama, benim sıçtığım bok kadar bile kıymet-i harbiyesi olmayan o kancalı tenyanın, o kanamalı basur memesinin, o kan çıbanının, o... o... çok hırslandım, affınıza mağrûren söylüyorum, o götümün kenarının adı şu olmuş bu olmuş, zerre umurumda mı zannediyorsunuz?''

''Yavrum...' dedi. '...bir milyon sene önce kopup düşmüş kuyruğumuz, hâlen daha kıçımızın üstündeki kemiğe 'kuyruk sokumu' diyoruz... bize de üzerimizden bir milyon yıl geçse 'orospu' diyecekler... kurtuluş yok...''

''Tesâdüf diye bir şey yoktur.' Tek kaşını kaldırarak cevaplamakla yetinmişti Tahsin Bey. 'Her şey kesin bir planın, keskin bir planlamanın kaçınılmaz sonucudur.''

''Başkasının canını sıkmasına izin
veren kişi, canını sıkan kişiden
daha sefildir!
SAMUEL BUTLER

''Ve biz de insanız, öyle mi?' dedi. 'O köpek... kendisini bin bir ezâ ile üzse bile vazgeçmiyor sevdiğinde, biz istediğimiz bir tek şeyi vermesin, en sevdiğimiz kişiden soğuyuveriyoruz...''

''Ne demişler? Kadının yoksa parası, dibindedir kumbarası... çok köşeye sıkıştırırsan, çoluk çocuğuyla çok aç açık bırakırsan ya zorla ırzına geçiverirler, o da 'olan oldu' deyip işe başlar, ya da kendiliğinden o yolu tutturur gider... her kadının, kumbarasının yerini keşfetmesi an meselesidir...''

''İnsan kendisini bildi mi her şeyi bildi demektir!
TEBRİZLİ ŞEMS''

''Bir siyah camdan bakarsan her yana
Kapkaranlık akseder çevren sana
Kör değilsen gör, bu 'körlük' körlüğün
Bed iken sen, olmaz mı 'bed' gördüğün?
MEVLÂNÂ''

''Sen tutup parmakla örtersen yüzü
Ya nasıl görünsün artık gökyüzü?
Ey gören göz, her yüzde gûya bir kara
Kendi ziftin bil ki vurmuş onlara!
MEVLÂNÂ''

Keyifli okumalar :)

Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Buraya yazmaya niyetlendiğin her şeyi aleyhinde delil olarak kullanabileceğimi bilmeni isterim...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

...yavrum seni layk ettim...